MEVLANA PERSPEKTİFİNDEN ÇÖZÜM SÜRECİ (II)

Çoklukta Birlik Anlayışı

O birçok şiirinde çokluğun, farklılıkların güzelliğini dillendirir. Tekleştirmeye uğraşmak yerine, çokluğun yansıdığı tekliği fark etmeye çağırır. O çoklukta birliğin (kesrette vahdetin) en tanınmış temsilcisi olmuştur. Şöyle der: İnananlar çok, ama inançları birdir. Işık gökteki güneşin aydınlattığı binaların avlularına göre yüzlercedir. Fakat duvarları aradan kaldırırsanız, bu parça parça ışıkların hepsinin bir ışık olduğunu görürsünüz.[1]

Bu ifadeler, bireylerin özgürlük ve özgünlüklerini kaybetmeden uyum içinde bir birlik oluşturabileceklerini göstermektedir. Ayrıca, onun dinî ve kültürel çoğulculuğu karşılıklı tükenmez bir zenginleşme kaynağı olarak gördüğü anlaşılmaktadır.

O bu düşüncesini, inancını sağlığında uygulama ve davranışlarıyla da göstermiştir. Bu yüzdendir ki tabutunun arkasından yalnız Müslümanlar değil, o sırada Konya’da yaşayan Hıristiyanlar, Museviler de gözyaşı dökmüşlerdir.

Onun öngördüğü toplumsal düzen de çoğulcudur, farklılıkları dikkate alır. Zaten, çoğulculuğun gerçekleşmediği bir toplumda adaletin gerçekleşmesi, hukukun üstünlüğünün tesisi mümkün olmaz. Bunun için günümüzde çoğulcu toplumlar büyük karışıklıklar, bunalımlar yaşamadan varlıklarını sürdürürken, tektipliliği gerçekleştirdiğini zanneden yöneticilerin rejimleri, ülkeleri paramparça olmaktadır.

Gerçek görüşle hepimiz, bir kişiyiz. Yaratılışınız da, diriltişiniz de, ancak bir kişinin yaratılması, diriltilmesi gibidir. Kim daha fazla ilerdeyse, bu birliği o, daha fazla anlar[2] ve “Mesnevi’miz, birlik dükkânıdır, birden başka ne belirirse puttur” buyuran Mevlânâ’nın birlik anlayışının iyi analiz edilmesi halinde siyasal bakımdan “Çok”un çoğul karakterini kaybetmeden nasıl “Bir” olacağının anahtarını bulmak mümkündür.[3]

Ayrımcılığa, Ötekileştirmeye Kaşı Çıkışı

Mevlânâ hangi dinden, ırktan, renkten olursa olsun, kadın-erkek, zengin-fakir ayrımı yapmadan insana değer vermiş, ona daima saygı duymuştur. O, inancından aldığı ilhamla, herkese ve her varlığa karşı derin bir anlayış, saygı ve müsamaha ile doluydu.

O insanı bütün eserlerinde doğuştan belli haklara sahip olmanın ötesinde yüce bir varlık olarak görür. Ona, görünüş, ırk, uyrukluk, statü, cinsiyet, din, kanaat vs. hiç bir ayrım yapmaksızın yaklaşır. Kişilere, düşünceleri, statüleri sebebiyle farklı muamele edilmesini, ayrımcılık yapılmasını onaylamaz. Mesajı herkesi kucaklar. Bir rubaisinde, “Üstünlük iddia etmek, kendini beğenip, başkalarını hor görmek ne anlamsız, ne boş şeydir.”[4] der.

Başka bir rubaisinde de şu çarpıcı hatırlatmayı yapar:

Allah’ın otoritesi karşısında hepimiz birer oyuncağız,

Zengin ve güçlü olan O, hepimiz dilencileriz.

Birinin diğeri üzerinde imtiyaz aramasının ne gereği var?

Hepimiz aynı evin eşiğinde bulunurken.[5]

O, insanın dünyaya gelişiyle sahiplendiği hiç bir etiketi dikkate almadan birim insanı, bireyi önemser. Nitekim o etnik ve dini farklılıkları nedeniyle insanların hor görülmesine, ötekileştirilmesine, ayrımcı muameleye tabi tutulmasına şu sözlerle karşı çıkar: “Ey onda bunda kusur arayan kişi. Hiçbir insanı hor görme, hangi millette, hangi dinde olursa olsun, insanda, onun bir emaneti vardır. İnsan onun aynasıdır.”[6]

Dil Farklılıklarına Bakışı

O, insanlar arasında dil farklılıklarını da bir engel ve ayrışma nedeni olarak görmez. Her vesile ile insanlar arasında ayrılıkların hep görünüşte olduğunu, esas olanın insan onuru olduğunu vurgular. Gönül ve duygu birliğini dil birliğinin üzerinde tutar. Şöyle seslenir; Bütün insanlar, ezelden geldiğimiz için, oraya karşı duyduğumuz iştiyakta, özlemde birleşiriz, bir oluruz, ama söze başlayınca hepimiz ayrı ayrı dillerle dosta sesleniriz. Hepimizin duygusu bir ama dillerimiz ayrı.[7] Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır.[8]

Mevlânâ, aşağıdaki dizelerle dil örneğinden hareketle farklılıkları değil farklılıkların arkasındaki birliği insan gerçeğini görmeye dolayısıyla, herkesi barışa ve birliğe çağırır.

 Dünyada nice diller var, nice diller

 Ama hepsinde de anlam bir

 Sen kapları, testileri hele bir kır

 Sular nasıl bir yol tutar gider

 Hele birliğe ulaş, kavgayı, hır-gürü bırak

 Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.[9]

Dr. Ergin Ergül


 

[2] Abdulbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin Mektuplar, İnkilap, İstanbul 1999, s.19.

[3]    Ergin Ergül, Hukukçu ve Yöneticiler İçin Mevlana Bilgeliği, Orient Yayınları Ankara 2011, s.48.

[4] Can, Dîvan-ı Kebir, I, s. 79.

[5] Meyerovitch, Rubâi’yât, Albin Michel, Paris 1993, s.79.

[6] Can, Divan-ı Kebir, I, s.79

[7] Can, Divan-ı Kebir, III, s.140.

[8] Meyerovitch/Mortazavi, Mathnawi, II/ 3681

[9] A.Kadir, Bugünün Diliyle Mevlânâ, Say yayınları, İstanbul 2002, s.107.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir