Doç. Dr. Ergin Ergül
Giriş
İbn Haldun (1332-1406), Mukaddime adlı eşsiz eseri ve bu eserinde temellerini attığı “umran” yani “genel toplum ve medeniyet” bilimi ile evrensel ölçekte tanınan ve büyük saygı gören bir isimdir. O, kişiliğinde bilim, bilgelik, kamu görevi ile siyaset ve hukuku kaynaştırmış, çok yönlü ve gelmiş geçmiş en ünlü Müslüman bilgin ve düşünürlerdendir. Mukaddime ‘de kullandığı, gözlem, analiz, objektiflik ve eleştiriye dayanan bilimsel yöntem, düşünürün modern çağda benzersiz bir ilgiyle karşılanmasının ve saygı görmesinin başlıca nedeni olmuştur. Onun insan, toplum, otorite, iktidar, medeniyet ve devlete olgusal, açık, gerçekçi ve pragmatik yaklaşımı, düşüncesinin evrenselliğinin, tazeliğinin ve güncelliğinin başlıca sebebidir.[1]
İbn Haldun batılı araştırmacılar tarafından çok yönlü bir düşünür olarak tarih felsefesinden sosyolojiye, medeniyet tarihinden siyaset bilimine birçok bilim dalında modern anlamda bir öncü olarak değerlendirilmektedir. Bütün evrensel şahsiyetler gibi kendi çağını aşan bir düşünür olarak ele aldığı konularda ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
İbn Haldun, Mukaddime’de yeni biliminde ekonomik boyuta özel bir önem vermiştir. Ekonomiye sadece toplumsal yaşamın değişik görünümlerinin analizinde yer vermekle kalmamış, ayrıca onun incelenmesine özel bir bölüm tahsis etmiştir. [2]
O çeşitli ekonomik olgu ve olaylara ilişkin zamanının çok ilerisinde çarpıcı görüşler belirtmiştir. Bu görüşlerin evrenselliği ve güncelliği Batı’da on dokuzuncu yüzyıldan itibaren birçok yazarın ilgisini çekmiştir. Örnek olarak, René Maunier 1913 yılında yayınladığı makalede şöyle der: “Olguları açıklayan ve sebepleri araştıran zenginlik teorisi ve fiyat teorisi ile İbn Haldun gerçekten bilimsel bir zeka olarak görünmektedir.”[3]
Nispeten yeni bir makalede ise Pedro Chalmeta şu değerlendirmeyi yapmaktadır:“Batı medeniyetinin ekonomi bilimleri alanında henüz çok şey üretmediği bir çağda, İbn Haldun’un mukaddimesi, benzeri ne kendinden önceki Müslüman düşünürlerde, ne çağdaşı Hristiyan düşünürlerde bulunmayan bir gözlem ve değerlendirmeler dizisi sunmuştur. Hristiyan Avrupa’nın bu bilgi ve analiz düzeyine erişmesi için birkaç yüz yıl daha beklemek gerekecektir.”[4]
Fransız “le Monde diplomatique” dergisi ise 2006 yılında şöyle yazmıştır: “İbn Haldun, aynı zamanda modern ekonominin ilk teorisyenlerinden biri sayılmaktadır. O, bir ürünün değerinin onun üretimi için gerekli çalışma miktarından kaynaklandığını kaydetmişti. Yine ekonomik, siyasi, sosyal ve demografik faktörlerinin birbirleriyle ilişkisine vurgu yapmıştı.”[5]
Wafa Samoud’a göre ise, “insanlar, modern ekonomiden bahsedildiğinde Adam Smith, John Maynard, Keynes ya da Karl Marx’ı anma eğilimindedirler. Oysa bu bilim dalının gerçek öncüsü İbn Haldun’dan başkası değildir.”[6]
Rodney Wilson’a göre, “İbn Haldun’un modern ekonomi bilimine katkısı iş devinimleri teorisi, devletin ve özel sektörün rolü, etik değerlerle ekonomik aktivite arasındaki ilişki konularında olmuştur. İbn Haldun’un ekonomi alanındaki görüşleri günümüzdeki klasik ve neo klasik ekonomistlerin bazı önemli fikirlerinin bir sentezi olarak görülebilir.”[7]
Yukarıdaki değerlendirmelere benzer yüzlerce örnek verilebilir. Tüm bu değerlendirme ve yorumlar okunduğunda yazımızın başlığındaki “İbn Haldun modern ekonominin unutulmuş babası mı?” sorusu ister istemez akla gelmektedir. Nitekim biz bu başlığı 2018 yayınlanan İngilizce bir makaleden aldık.[8] Bu nedenle bir dergi yazısının sınırlılıklarını gözardı etmeden araştırmacıları başlıktaki soruyu sormaya iten nedenleri açıklamaya ve sorunun cevabına ilişkin kişisel görüşümüzü ortaya koymaya çalışacağız.
Genel toplum ve medeniyet biliminde ekonomi
Mukaddime’nin gerçek özgünlüğü, siyasi birimlerin kuruluşunun ve devletin evriminin altını çizen siyasi, sosyal ve ekonomik faktörlerin ayrıntılı ve objektif analizinde bulunabilir ve onun kurduğunu iddia ettiği yeni bilim bu ayrıntılı analizin sonucudur. [9]
İbn Haldun Mukaddimenin girişinde, “kazanç, geçim vasıtaları, iş ve zanaat” gibi ekonomik olguları insan toplumu ve medeniyetinin doğası içinde görür ve bunu ilk defa bir bilim olarak nitelendirdiği tarih bilimin konuları arasında sayar:
“Gerçekte tarih, dünyadaki umrandan (genel olarak medeniyetten) ibaret olan insanın toplumsal yaşamı hakkında bizi bilgilendirir. Bu da, dünyanın umranı ve umranın doğasından kaynaklanan medeni toplumdan uzak yaşam ve medeni toplum yaşamı ile asabiyetlerden (toplumsal dayanışma çeşitlerinden) bahsetmek, insanların birbirine egemenlik çeşitlerinden ve bundan doğan iktidar, devletler ve bu devletlerin kategorilerinden, insanların iş ve çalışmalarıyla elde ettikleri kazanç, geçim yolları, bilimler, zanaatlar ve sair konular olmak üzere umranın doğasında oluşan halleri aktarmaktır.”
Diğer yandan ekonomik olgu ve olaylar aynı zamanda İbn Haldun’un ilk defa müstakil bir bilim olarak kurmakla övündüğü “genel toplum ve medeniyet” biliminin de konuları arasında yer alır. Bu nedenle Mukaddime’nin bir çok yerinde piyasa, değer, fiyat, para, ürün, ekonomik kriz, vergilendirme gibi ekonomik olgu ve kavramlarla karşılaşılır. O şöyle der :
Bu eserde hiçbir şeyi ihmal etmeksizin, söz konusu devletlerin ve halkların başlangıcı, çağdaşları olan diğer milletler, gelişmelerin ve değişimlerin sebepleri, genel toplumsal yaşamda (umranda) görülen devlet ve din, şehir ve köy, üstünlük ve aşağılanma, çokluk ve azlık, ilimler ve sanatlar, kazanç ve kaybetme, dönüşümler, kırsal toplum hayatı ve şehir hayatı, olan ve olması beklenen gibi bütün hususları ele aldım, bunların delillerini ve gerekçelerini açıkladım. Dolayısıyla bu kitap, içerdiği alışılmamış bilgiler ve bilimler nedeniyle özgün bir eserdir.
İbn Haldun insan toplumun ortaya çıkışında, beslenme ve güvenlik olmak üzere insanın evrensel iki ihtiyacından hareket eder. Bu ihtiyaçların giderilmesi için iş bölümü ve yardımlaşmayı zorunlu görür. Dolayısıyla İbn Haldun toplumda iş bölümüne dayalı dayanışmanın kökenini ünlü Fransız sosyolog Durkheim’den çok daha önce ortaya koyar. Beslenme ihtiyacı bağlamında şunları ifade eder:
Kuşkusuz, toplumsal yaşam bir zorunluluktur. Filozoflar bu hususu “insan, doğası gereği medenidir” sözleriyle ifade etmişlerdir. Yani Filozofların terminolojisinde medeniyet (şehir hayatı) anlamına gelen umranın karşılığı olan toplumsal yaşam bir zorunluluktur. Bunun açıklaması şudur: Allah insanı yaratmış besinsiz yaşamını ve varlığını devam ettirmesi mümkün olmayacak bir biçime koymuş, fıtratı ile besin aramaya yöneltmiş ve kendisine bunu elde edecek kudreti vermiştir. Ancak beşerden bir kişinin kudreti, bu besin ihtiyacını tek başına elde etmeye yeterli gelmez. Hayatını devam ettirmesi için bu gıdanın asgari olan kısmını bile tam olarak temin edemez. Bu gıdanın, varsayılabilecek asgari miktarını ele alalım, mesela bir günlük azık kadar buğday olsun, işte bu miktar bile onu öğütme, hamur yapma ve pişirme gibi birçok emek ve işlemden sonra hasıl olur. Bu üç işten her biri için bir takım alet ve araçlara ihtiyaç duyar. Bunlar ise ancak demirci, marangoz ve çömlekçi gibi çeşitli zanaatkârlarla yapılır. Farz et ki, insan hiç bir işlemden geçirmeden bir buğday tanesi yemektedir. Bu takdirde bile ekip biçme, taneyi başağından çıkarmak için döğme gibi söz konusu işlerden daha fazla diğer bir takım işlemlere ilaveten tohuma ihtiyacı vardır. Bunların her biri de ayrıca evvelkisinden daha fazla bir takım zanaatlara ihtiyaç gösterir. Bütün bunların tamamına veya bir kısmına bireyin (tek kişinin) gücü yetemez. O halde kendi türünden (hemcinsinden) birçok kişilere ait güçlerin bir araya gelmesi gerekir ki, hem kendisinin ve hem de onların azığı sağlansın. Yardımlaşma gerekli besini her birinin ihtiyacından kat kat fazla olacak şekilde yeterli miktarda karşılar.
İbn Haldun’un düşüncesinde önemli yer tutan kırsal ve şehirli toplum ve medeniyet türleri arasındaki farklılaşmanın temel nedeni, bunların yaşama ve geçim yöntemleri ile geçim amaçlarının farklı oluşudur. İbn Haldun bunu şöyle açıklar:
Toplumların hayat koşulları arasındaki farklılıklar, geçim vasıtalarından kaynaklanır. Gerçekten de, toplumsal örgütlenme, konfor ve lüks ihtiyaçlarından çok, temel ve zorunlu ihtiyaçları karşılamak için yardımlaşma amacına yöneliktir.
İbn Haldun’a göre, iş bölümü sayesinde üretim temel ihtiyaçların karşılanmasının üzerinde artı bir değer sağlamaktadır. Kazançlardan doğan ve biriktirilen artı değer ise lüks ve zenginlik getirmektedir.
Geçimlerini basit (kır) toplum yaşamı olarak sürdürenlerin durumları düzelir ve zorunlu gereksinimlerinin üzerinde bir bolluğa ve refah seviyesine ulaşırlarsa, bu durum onları yerleşik düzene geçmeye, şehir hayatının özellikleri olan beslenmede, giyim kuşamda daha iyisini elde etmek için yardımlaşmaya, geniş evlerde oturmaya ve şehir ve kentler oluşturmaya yöneltir. Refah ve zenginliğin artması lüks alışkanlıklara yol açar; en leziz yemekleri hazırlamaya, saf ipekten yapılmış en kaliteli elbiseleri giymeye, yüksek binalar ve konaklar inşa etmeye ve bunları en güzel şekilde süslemeye başlarlar. Güç ve imkânları zirveye ulaştığında ise içlerinde suların aktığı, yüksek saraylar ve köşkler inşa edip aşırıya kaçacak şekilde buraları süslerler ve yine bu lüks yaşama uygun elbiseler, yataklar, kap-kacak ve diğer eşyaları kullanırlar. İşte bunlar medeni insanlardır. Yani sabit ikametgahları olan, şehirlerde ve kentlerde yaşayanlardır. Bunlardan bazıları sanayi, bazıları da ticaretle yoluyla geçimlerini sağlarlar. Bunlar kırsal alanlarda yaşayanlardan daha fazla gelire ve konfora sahiptirler. Çünkü zorunlu ihtiyacı aşan koşullara ve zenginliklerine uygun düşen geçim vasıtalarına sahiptirler.
Şehir medeniyeti gelişmesini tamamlamadıkça, şehir, tam olarak şehir niteliği taşımaz, insanların derdi sadece, buğday ve diğerleri gibi zorunlu olan gıda ihtiyaçlarını karşılamak olur. Ancak, şehir gelişirse, oradaki iş imkanları çoğalır, zorunlu ihtiyaçlar tam olarak karşılanır ve bunun üzerinde bir birikime ulaşılırsa, bu birikim lüks ihtiyaçları karşılamaya harcanır.
Para, Altın ve Gümüş
Parayı toplumdaki malların mübadelesini kolaylaştıran ortak payda olarak gören İbn Haldun Mukaddime ’de en değerli kıymet ölçüsü olarak da altın ve gümüşü anmaktadır. Altın ve gümüşün piyasada yaşanacak değişimlerden etkilenmeyeceğini, değerlerini hiçbir zaman yitirmeyeceklerini ifade etmektedir. Altın ve gümüşü fiyatlarındaki bu denge nedeniyle bir değer ölçüsü ve mübadele aracı olarak kabul etmektedir.
“Allah bütün mal ve birikimler için kıymet ölçüsü durumundaki iki madeni (değerli) taşı, altın ve gümüşü yaratmıştır. Bu iki maden genelde bütün dünya halkları için birikim ve servet vasıtasıdır. Bazı durumlarda altın ve gümüşün dışındaki şeyler de biriktirilse bile onların biriktirilmesindeki amaç bu ikisini elde etmek içindir. Çünkü altın ve gümüşün dışındaki şeylerde zaman zaman piyasaların havale geçirmesi (yani beklenmedik şekilde değerlerinin düşüp çıkması) söz konusu olur. Bu altın ve gümüş için söz konusu değildir.
İbn Haldun ve modern ekonomi
İbn Haldun’un ekonomi alanındaki görüş ve analizleri başlı başına kitap olabilecek bir kapsam ve derinlik taşır. Web ortamında yaptığımız kısa bir araştırmada, en eskisi 1913 yılından başlayarak İbn Haldun’un görüşlerinin modern ekonomi teorisi bağlamında değerlendiren bir düzine Fransızca ve bunun iki katı kadar da İngilizce yazı, makale ve kitapla karşılaştık.
Bu makalelerde genelde, İbn Haldun’un görüşleri ile üretim teorisi, para ve fiyat teorisi ve değer teorileri gibi modern ekonomi teorileri ile benzerlikler kurularak İbn Haldun’un modern ekonominin öncüsü ve babası olduğu iddiasını destekleyecek analizler yapılmaktadır.
Bunların bazısında İbn Haldun kendisinden yaklaşık dört asır sonra gelen Adam Smith ile karşılaştırılmakta ve iki düşünürün iş bölümü konusundaki düşünceleri arasında çarpıcı benzerliğe ve her iki düşünürün de milletlerin zenginliğini altın ve para ile değil de iş ile açıklamalarına dikkat çekilmektedir. Oweis bu konuda Smith’in İbn Haldun’un yazdıklarından etkilenmiş olması ihtimaline dikkat çekmektedir: “11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar süren haçlı seferlerinden beri, Batılı filozofların çoğu Müslüman yazarın ismini zikretmeden Müslümanların fikirlerini kullanımını içeren çok sayıda yaklaşım aracılığıyla Müslüman bilginlerin etkisini azaltmaya çalışmışlardır.”[10]
İbn Haldun’un ekonomik düşüncesinin temel nosyonlarından biri amel yani iştir. O geçim vasıtalarını da iş açısından değerlendirir. İbn Haldun’a göre; tüm geçim vasıtaları bir üretim, dönüşüm dağıtım ya da başkalarının iş fazlasına yani artı değere el koymaya indirgenebilir.” Çünkü kendi ifadelerine göre, “iş kazancın kaynağıdır”, “iş kazanç doğurur” ve hatta “kazanç işin değeridir.”
İş sermayedir. Kazanç ve kar insanların çalışmalarının değeridir. Bunların bütün işleri ve emekleri, onların kazançları ve sermayeleridir.
İbn Haldun özel girişimin önemini ve özel mülkiyet hakkına saygıyı Locke gibi Batılı düşünürlerden asırlar önce güçlü şekilde vurgular. Düşünüre göre her türlü ekonomik faaliyetin temel hedefi kârdır. Böyle bir faaliyette bulunan kişi, onun sonucunda ortaya çıkan kârı elinde tutmak ve ona istediği gibi tasarrufta bulunmak ister. İşte devlet bu karı ve onun dönüştüğü şeyleri, yani mülkiyeti koruduğu sürece ekonomik faaliyetler gelişir, çoğalır.
Medeniyet, onun iyiliği ve kamunun refahı insanların kendi çıkarları ve kendi kazançları için, her tarafta yaptıkları çabalara ve üretkenliğe bağlıdır. İnsanlar artık hayatlarını kazanmak için çalışmadıkları ve her türlü kâr getirici etkinliği bıraktıkları zaman, maddi medeniyet çöker ve her şey daha kötüye gider.
İbn Haldun bir ülkenin ekonomisinin gelişmişliği ve halkının refahı ile devletin mülkiyet hakkına saygısı arasında doğrudan ilişki görür.
Özel mülkiyeti ihlal etmek, onların çabalarının semerelerinin haksız el koyma yoluyla ellerinden alınacağı korkusuyla, insanların daha fazla kazanma isteklerini ortadan kaldırır. İnsanlar bir defa kazanç ümidinden mahrum kalırlarsa artık kendilerini hiç bir şekilde yormazlar. Özel mülkiyet ihlalleri, onların cesaret kırılmalarının ölçüsünü verir. Bu ihlaller genişler ve geçim vasıtalarının çoğunu kapsarsa, her türlü çalışmaya teşvikin kaybolması nedeniyle, ticaretin durgunluğu yaygınlaşacaktır. Aksine, özel mülkiyet üzerinde hafif ihlaller işlerde hafif bir kesintiye yol açacaktır.
Sonuç
Görüldüğü üzere, İbn Haldun kurucusu olduğu, günümüzdeki sosyoloji bilimine göre çok daha geniş kapsamlı olan “genel toplum ve medeniyet bilimi” (umran) bağlamında, ekonomik olgulara da gereken önem ve değeri vermiştir. Metodunun modernliği, ele aldığı ekonomik olgulara ilişkin görüş ve analizlerini de modern ve güncel yapmaktadır. Yüzeysel bir değerlendirme ile İbn Haldun’un tarih felsefesinin, sosyolojinin siyaset biliminin olduğu gibi ekonominin de öncüsü ya da babası olduğu değerlendirmesinde bulunulabilir. Nitekim İbn Haldun’un Mukaddimesini okuyarak hayrete düşen her Batılı bilim adamı ona ya kendi alanının babası sıfatını yakıştırmış ya da onu Hammer’in “Arapların Montesquieu’sü” ifadesinde olduğu gibi Batılı düşünür ve bilim adamlarından birine benzetmiştir. Batılıları şaşkınlığa ve hayranlığa iten husus, Batı dünyasının ancak Rönesans ve aydınlanma süreçlerini yaşadıktan sonra ulaştığı gözlem ve deney metotlarının sosyal alana uygulanması sonucu modern çağda ortaya atılan görüş ve teorileri Müslüman bir düşünür olan İbn Haldun’un ortaçağda ve yüzyıllar öncesinden ileri sürmüş olmasıdır.
Gerçekte İbn Haldun için kullanılan çeşitli bilim dallarındaki “öncü ve “baba” ifadeleri ve onun hakkında kendisinden sonra gelen Batılı düşünürlere yapılan benzetmeler, İbn Haldun’un büyüklüğünü teslim etmekten ziyade değişik sosyal bilim dallarının bugün ulaştığı noktada İbn Haldun’un çoktan aşıldığı gibi bir ön yargıyı içermektedir.
Bize göre, İbn Haldun’un tarih felsefesinden sosyolojiye, siyaset biliminden ekonomiye sosyal bilimlerin çok çeşitli dallarında ortaya koyduğu özgün ve güncel görüşler, henüz aşılamamış, Batılı bilim insanlarının yeni yeni ulaşmaya çabaladığı görüşlerdir. Onun attığı temeller üzerinden yine ancak onu ortaya çıkartan inanç, kültür ve medeniyetin mensupları onun görüş ve teorilerini geliştirip hakkıyla günümüze uygulayabilirler.
Batılılar İbn Haldun’u İslam medeniyetinin evrensel bir düşünür ve bilgesi olarak görmek istememektedirler. Çünkü bu İslam medeniyetinin geçmiş değerini takdir etme anlamına geleceği gibi, onun günümüz alternatif olma imkân ve ihtimalini de gündeme getirecektir. Gerçekte İbn Haldun Batı medeniyetinin aksine akıl ve inanç, madde ve mana, dünya ve ahiret, bilim ve bilgelik arasında karşıtlık değil de uyum ve denge tesis eden İslam medeniyetinin parlak düşünür, bilgin ve bilgeler zincirinde önemli halkalardan biridir.
Bugün İslam dünyasının ve ülkemiz aydınlarının izlemesi gereken yöntem İbn Haldun üzerine söylenenlerden hareketle geçmişte böyle büyük bir şahsiyet yetiştirmekle övünmek veya onun takipçi çıkmadı diye hayıflanmak, daha da kötüsü onun şahsiyeti ve görüşleri üzerinde yapılan tartışma ve yorumlarda karşıt taraflardan biri olmak yerine, onun ekonomik, siyasi ve sosyal görüşlerinden hareketle insanlığın pratik sorunlarına cevap olacak teoriler ve stratejiler geliştirmek olmalıdır.
[1] Ergin Ergül, Hukukçu ve Siyaset Bilimci Kimliğiyle İbn Haldun, Adalet yayınevi, 3. Baskı, Ankara 20018, s. V
[2] Ibn Khaldun, Le Livre des Exemples, I, Autobiographie, Muqaddima, Texte traduit, Présenté et Annoté par Abdesselam Cheddadi, Gallimard, Paris 2002, p.XXX
[3] René Maunier Les idées économıques d’un philosophe Arabe au XIV e siècle Ibn Khaldoun, Revue d’histoire économique et sociale, Vol. 6, No. 4 (1913), pp. 409-419
[4] Pedro Chalmeta, “Au sujet des théories économiques d’Ibn Haldoun” (Rivista Degli Studi Orientali, LVII [1983], s. 93-120
[5] Ibn Khaldun (1332-1406), Le père de la sociologie politique, https://www.monde-diplomatique.fr/mav/86/A/54443
[6]Wafa Samoud, Ibn Khaldoun, pionnier de la théorie économique moderne, un demi-millénaire avant Adam Smith, https://www.huffpostmaghreb.com/entry/ibn-khaldoun-linventeur-de-la-theorie-economique-un-demi-millenaire-avant-adam-smith_mg_5aafcaa4e4b00549ac7d75b8
[7] Rodney, Wilson, İslam Ekonomisinin Bir öncüsü Olarak İbn Haldun, çev. İbrahim Halil İnal, İAD, C. 16, S: 4, 2003, s. 533
[8] Mccaffrey, Joe & Sophister, Senior. (2018). Ibn Khaldun: The Forgotten Father of Economıcs?.
[9] H. A. R. Gibb, “The Islamic Background of Ibn Khaldūn’s Political Theory”, Bulletin of the School of Oriental Studies, University of London, Vol. 7, No. 1 (1933), pp. 23-31, p. 25
[10] https://owdin.live/2017/06/19/un-penseur-arabe-a-invente-la-theorie-economique-400-ans-avant-adam-smith/