İNSAN HAKLARINI BİLGECE DÜŞÜNMEK: MEVLANA, SADİ ŞİRAZİ VE İBN HALDUN DÜŞÜNCESİNDE İNSAN VE İNSAN HAKLARI

Doç. Dr. Ergin ERGÜL

ÖZET

Mevlana Celaleddin Rumi (1207-1273) Mesnevi, Sadi Şirazi (1210-1292) Bostan ve Gülistan, İbn Haldun ise (1332-1406) Mukaddime adlı eşsiz ve ünlü eserleri ile evrensel düzeyde tanınan ve günümüzde, çeşitli alanlarda esin kaynağı olan çok yönlü ve bilge Müslüman düşünürlerdir. Bu ünlü bilge düşünürlerin herbiri, düşünce dünyalarının merkezine insanı, insan onurunu, özgürlük, eşitlik ve adaleti koymuştur. Üçünün de düşünce dünyasının arkasında parlak İslam medeniyetinin zengin birikimi vardır. Söz konusu düşünürler hayat sürdükleri harpler, iç savaşlar, sosyal, siyasi ve ekonomik çalkantılarla dolu kritik dönemlerde, yaygın insan hakları ihlallerine tanıklık etmişlerdir. Dönemin en önemli bilim merkezlerinde, en iyi hocalardan aldıkları eğitim ile deneyim ve gözlemleri ışığında,  insanlığın sorunlarına bilgi ve bilgelik, madde ve mana, akıl ve inanç,  hak ve ödev ile özgürlük ve güvenlik gibi değerlerin denge ve uyumunu gözeten evrensel ve bütüncül çözümler üretmişlerdir.

Bu düşünürler;  insana bütüncül, kuşatıcı ve ayrım gözetmeksizin yaklaşırlar, insanı evrenin, toplum ve medeniyetin merkezine yerleştirirler, insan türünün yeryüzünde bekasını toplumda ve dünyada adaletin tesisi ile zulmün yani insan hakları ihlallerinin önlenmesine bağlarlar, iktidar ve devlet olgularının ortaya çıkışını insan haklarının korunması ihtiyacıyla ilişkilendirirler, insanın dünyadaki huzur, refah ve mutluluğu için hukuka ve insan haklarına saygılı bir yönetimin gerçekleşmesini şart görürler. Ayrıca yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve mülkiyet hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlükler üzerinde önemle dururlar.

Çalışma, İslam medeniyetinin söz konusu evrensel ve tanınmış düşünürlerinin, insana ve insan haklarına bilgece yaklaşımlarındaki ortak ve tamamlayıcı öğeler ile onların insan hakları alanında günümüze ilham oluşturabilecek farklı ve özgün bakış açılarını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Anahtar kelimeler: Mevlana, Sadi Şirazi, İbn Haldun, İnsan Hakları, Bilgelik

ABSTRACT

CONSIDERING HUMAN RIGHTS WISELY: THE HUMAN AND HUMAN RIGHTS

THROUGH THE PHILOSOPHY of RUMI, SAADI SHIRAZI and IBN KHALDUN

MawlānāJalāl al-DīnRūmī (1207-1273), SaadiShirazi (1210-1292), and Ibn Khaldun (1332-1406) are multi-disciplinary and erudite Muslim philosophers who have gained universal recognition with their unique and renowned works such as the Masnavi of Rumi, the Bustan and the Gulistan of Saadi, and the Muqaddimah of Ibn Khaldun. They continue to inspire us today in various fields. Each of these well-known philosophers placed the human, human dignity, freedom, equality and justice at the core of their worlds of thought. All three of them relied on the rich background of the radiant Islamic civilization in their philosophies. In critical times, filled with battles, civil wars, turmoil of social, political and economic hardships that they lived through, these scholars witnessed extensive violations of human rights. In the light of the experience and observation they accumulated over the course of their education at the most prominent centers of science and from the best teachers of their times, they delivered universal and holistic solutions to humanity’s problems. In that, they upheld the balance and harmony between such values as knowledge and wisdom, matter and meaning, intellect and faith, right and obligation, and freedom and security.

These philosophers take upon a holistic, encompassing and non-discriminatory approach towards the human. They place the human at the center of the universe, society and civilization. They attach the human race’s survival on earth to the establishment of justice in the society and the world as well as the prevention of persecution, in other words, violations of human rights. They attribute the creation of power and state to the need for protecting human rights. For them, achieving peace, welfare and happiness for humans in the world is subject to the achievement of a regime that respects the law and human rights. Furthermore, they place an emphasis on fundamental rights and freedoms, in particular the right to life, freedom of expression and the right to property.

This study aims to analyze the shared and complementary elements in their approach towards the human and human rights as well as presenting the different and original perspectives of these three universal and renowned philosophers of the Islamic civilization, which may serve as a source of inspiration for the present day in the field of human rights.

Keywords: Rumi, SaadiShirazi, Ibn Haldun, Human Rights, Wisdom

Giriş

Birey ve onun doğuştan getirdiği hak ve özgürlükleri, günümüzde hâkim olan toplum ve devlet teorilerinin çıkış noktasıdır.  İnsan hakları, yaygın biçimde, kişinin sırf insan olduğu için sahip olduğu haklar olarak tanımlanır.[1] Bu haklar evrenseldir ve herkes için ayrım yapmaksızın geçerlidir. İnsan hakları insan onuru ve bireyin değerine dayanır. Modern zamanlarda insan hakları insan onuru kavramı üzerine inşa edilmiştir. İnsan haklarının yöneldiği amaç insan onurunun korunmasıdır.[2]

Gerçekten de, insan hakları, modern devletin insan onuruna yönelttiği tehditlere karşı bireyleri korumak için yargısal güvenceler getiren, özgün bir alandır. Bu özgün alan, insanın insan olmasından kaynaklanan ve insanın doğasına dayanan bir özden hareket etmekte ve evrensel ölçekte ortak değerlere dayanmaktadır. Öz ve ortak değer, insan onurunun korunması ilkesidir.[3] Bununla birlikte, insan hakları modern dönem kavramlarından olsa da, içerik ve vurgu ile adı konulmamış bir gerçeklik olarak insanlık tarihi kadar eskidir.[4],

İnsan hakları çağı olarak adlandırılan günümüz, aynı zamanda bireysel ve kitlesel en ağır ve yaygın insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir çağdır. İnsan haklarına riayet ve temel hak ve özgürlüklere saygı en çok gündeme getirilen talepler ve her vesile ile vurgulanan konular olsa da, en demokratik ülkelerin bile uygulama karneleri hiç de parlak değildir. Hatta son zamanlarda geçmişte insan haklarının şampiyonluğunu yapan ülkelerin insan haklarını hiçe sayan yaklaşım ve uygulamaları, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslamofobi gibi olgularla başa çıkmadaki yetersizlikleri insan haklarının korunması alanında en önemli sorun halini almıştır.

Dolayısıyla günümüzde her platformda çok konuşulan, tartışılan, herkesin ve her kesimin sahiplendiği “insan hakları” kavramı ve teorisini,   uygulamada etkinliğinin çok sınırlı kalması karşısında,  özellikle de kadim bilgelik ve maneviyatın ışığında yeniden düşünmek gerekmektedir.

Bilgelik,  “insan hayatının anlamı ve değerine ilişkin derin bilgi”, “kendisine sahip olana mutluluk ve kurtuluş sağlayacağı, hayatına anlam değer katacağı var sayılan anlamlı ve değerli bilgi” olarak tanımlanabilir.[5] Bilge ise “öncelikle toplum hayatı üstüne bilgilenmiş, düşünüp taşınmış, karşısına çıkan sorunlara çözüm yolları aramış” kişidir. [6] Kendisi de Mevlana ve Sadi Şirazi’nin izleyicisi bir bilge olan Molla Câmî de, bilgenin teorik ve pratik yönünü dikkate alan bir tanım yapar: Bilge kişi, eşyanın hakikatini gücü yettiğince bilen ve davranışla ilgili bilgilerin gereğini yerine getirmeyi alışkanlık haline getirmiş kişiye denir. [7]

Bilgelik, siyasal iktidarın sınırını çizen insan hakları alanında, sosyal bilimlerin diğer dallarından daha fazla gereklidir. Çünkü ünlü düşünür BertrandRussell’in çarpıcı ifadesiyle; “Bilgelikle birleşmeyen güç tehlikelidir ve çağımız için gerekli olan şey de bilgiden çok bilgeliktir. Bilgelikle birleştiğinde bilimin sağladığı güç tüm insanlığa büyük ölçüde refah ve mutluluk getirebilir; tek başına ise yalnız sıkıntıya yol açabilir.”[8]

İslam medeniyeti, İslam inancının ilim-amel (bilgi ve uygulama) birlikteliğine verdiği büyük önem nedeniyle bir bilge düşünürler medeniyeti olarak ortaya çıkmış ve gelişme göstermiştir. Bilindiği üzere, günümüzde herhangi bir siyasi rejimin ve iktidarın meşruluğu insan haklarını koruyan hukuk devleti olup olmadığı ve insan hakları ihlallerine karşı duyarlılık kriterleri ile değerlendirilmektedir. İslam medeniyetinde ve bilge düşünürlerin siyasi düşüncelerinde de aynı ölçütleri görüyoruz. Onlar ilk kriteri adalet, ikinci kriteri ise zulüm kavramı bağlamında ele alıp değerlendirmişlerdir.

Hak nasıl haksızlığın inkârı ise, haksızlık ta hakkın inkârıdır. Haksızlıklar karşısında adalet arayışı insan hakları mücadelesinin çıkış noktasıdır. Haksızlıkların önlenmesinde soyut adalet ilkesini ileri sürmek tek başına yeterli olamayacağından adaletsizlik ve haksızlık oluşturan durumların somut fiiller halinde belirlenmesi bir gerekliliktir. Bilge siyasi literatürde zulüm kavramı bu somutlaştırma işlevini yerine getirmek üzere kullanılan hayati bir kavramdır. Bu nedenle medeniyetimizin bilge düşünürleri, adalet ve zulüm kavramlarını birlikte kullanmak suretiyle, bir yandan yöneticilerden adaleti sağlamalarını isterken diğer yandan adaletsizlik ve hak ihlallerinden sakındırmışlardır.

Mevlana Celaleddin Rumi (1207-1273) Mesnevi, Sadi Şirazi (1210-1292) Bostan ve Gülistan, İbn Haldun (1332-1406) Mukaddime adlı eşsiz ve ünlü eserleri ile evrensel düzeyde tanınan ve günümüzde çok çeşitli alanlarda esin kaynağı olan çok yönlü ve bilge Müslüman düşünürler olarak öne çıkmaktadır.[9] Her üç ünlü bilge düşünür de, düşünce dünyalarının merkezine insanı, özgürlük, eşitlik ve adaleti koymuştur. Her üç düşünürün düşünce dünyalarının arkasında parlak İslam medeniyetinin zengin birikimi vardır. Üçü de yaşadıkları harpler, iç savaşlar, sosyal, siyasi ve ekonomik çalkantılarla dolu zorlu dönemlerin sorunlarına bilgi ve bilgelik, madde ve mana, akıl ve inanç,  hak ve ödev ile özgürlük ve güvenlik gibi değerlerin denge ve uyumunu gözeten evrensel ve bütüncül çözümler üretmişlerdir.

Bu üç evrensel şahsiyet te meslek olarak hukukçuluklarına ilave olarak[10] öğretim üyeliği, düşünür, yazar ve bilge ve toplumsal konularda aktivist kimlikleri ile öne çıkmaktadırlar.

Her üç bilge düşünür de;  insana bütüncül, kuşatıcı ve ayrım gözetmeksizin yaklaşırlar, insanı evrenin, toplum ve medeniyetin merkezine yerleştirirler, insan türünün yeryüzünde bekasını toplumda ve dünyada adaletin tesisi ve zulmün yani insan hakları ihlallerinin önlenmesine bağlarlar. İktidar ve devlet olgularının ortaya çıkışını ise insan haklarının korunması ihtiyacıyla ilişkilendirirler. İnsanı devletin hizmetine değil, devleti insanın hizmetine verirler. İnsanın dünyadaki huzur, refah ve mutluluğu için hukuka ve insan haklarına saygılı bir yönetimin gerçekleşmesini şart görürler,  yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü ve mülkiyet hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin korunması gerekliliği üzerinde önemle dururlar. Her üç düşünür insan hakları ihlalinin dünyevi yaptırımına, vicdani ve manevi yaptırımları da ekleyerek çok daha etkili bir koruma sisteminin teorisini yaparlar.

 

[1]    Oktay Uygun, Devlet Teorisi, XII Levha Yayınları, İstanbul 2015, s. 477

[2]    Nihat Bulut, “Eski Yunandan aydınlanma çağına insan onuru kavramının gelişimine bir bakış”, EUHFD, C. XII, S.3-4 (2008), s. 1.

[3]     Rukiye Akkaya Kia, ModernitedenPostmoderniteye Egemenlik ve Hukuk, Beta, 2. Baskı, İstanbul 2011, s.78

[4]    Tevhit Ayengin, İslam ve İnsan Hakları,Ravza yayınları, İstanbul 2017, s. 12

[5]Özlem Bağdatlı, İslam Siyaset Düşüncesinin Kavramsal Temelleri,Dergah Yayınları, İstanbul 2018, s.51

[6]Bağdatlı, s.52

[7]Molla Câmî, Baharistan, haz: Adnan Karaismailoğlu, Akçağ yayınevi,Ankara 2002, s.29

[8]Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s.164.

[9] Belirmek gerekir ki,üç düşünür de Osmanlı devlet adamları, bilim adamları ve aydınları tarafından ilgiyle okunmuş, incelenmiş ve eserleri başka dillerden önce Türkçeye kazandırılmıştır. Her üç düşünürün eserleri on yedinci yüzyıldan başlayarak Batı dillerine çevrilmiş ve düşüncelerinin evrenselliği ve güncelliği birçok alanda bilim çevrelerinin ilgi ve dikkatini çekmiştir.  Batılı doğu bilimcilerin ilgisini çekerek, eserlerinin Batı dillerine çevrilmesinde Osmanlı bilim çevrelerinin devletin kuruluşundan son dönemlerine kadar bu bilgelerin eserlerine verdiği önem ve değer etkili olmuştur.

[10]Mevlana’nın hukuk profesörlüğü ve hukuk danışmanlığı için bkz. Ergin Ergül, Hukukçu ve Yöneticiler İçin Mevlana Bilgeliği,3. Baskı,  Adalet yayınevi, Ankara 2017. S.25. İbn Haldun’un hukuk profesörlüğü ve Başyargıçlığı için bkz. Ergin Ergül, Hukukçu ve Siyaset Bilimci Kimliğiyle İbn Haldun, 3. Baskı, Adalet yayınevi, Ankara 2018, s. 11. Sadi ise, Örneğin, Bostan’da “Fakir Bilgin ile Kibirli Kadı ” hikâyesinde, kendisini hukukçu (fakih) rolünde gösterir. (SadîŞirâzî, Bostân ve Gülistân, Haz..Osman Koca, Beyan yayınları, İstanbul 2016, s. 119). Gülistan’da ise, kendisine bir sufinin “hukukçu ” diye seslenmesinden bahseder. Sadi-i Şirazi, Bostan ve Gülistan, çev. Hikmet İlaydın, Hece Yayınları, Ankara 2011, s.424

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir