Toplumsal Hayatta Güven
Onun hayatı, inançlarıyla, inançları da sözleriyle tam bir bütün, tam bir uyum oluşturur.[1]
O, “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!” diyerek, birlikte yaşamanın temel şartı olan insanî ilişkilerde ve toplumsal hayatta güveni yerle bir eden dalkavukluk, ikiyüzlülük, çok maskelilik ve kaypaklık gibi davranışlardan sakındırır. Kalp, lisan ve beden dilinin uyum içinde olmasını ister. Bir mektubunda şöyle buyurur: “Bütün dünya, sana karşı bir başka şekle girer, değişirse bile, sen kendi yolunda yürümeye bak; bir başka şekle girme; değişme.”[2]
Yine Mevlânâ’ya göre, “Dağınıklık, perişanlık, insanların birbirleriyle anlaşamamaları, hep nifaktan, ikiyüzlülükten meydana gelir. Rahatlık, huzur, kutluluksa birlikten doğar. Bir ülkede birlik olmazsa, o ülke perişan olur.”[3]
Aşırılık ve Şiddetin Panzehiri
“Bir şeye sımsıkı sarılmak, bir şeyde taassup göstermek hamlıktır.”[4] diyen Mevlânâ, Mesnevî’de sık sık ham insanlardan şikâyet eder; “Bu sözlerin izahı, yorum yapmayı gerektiriyor; fakat eski düşüncelilerden, onların köhne anlayışlarından korkuyorum. Zayıf akıllı ve dar görüşlüler, düşüncelerine yüz türlü kötü hayal getirirler.”[5] “Ham, olgunun halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselam.”[6]
O bir şeyi, bir fikri körü körüne izlemenin kişiyi yanlışa sevk edeceğini belirtir: “Taklitten doğan bilgi canımızın vebalidir, iğretidir. Bizse o bizim malımızdır diye oturup kalmışız.”[7]
Mevlânâ her türlü fanatizmi en şiddetli şekilde eleştirmektedir. Mesnevî’deki hikâyelerden birinde, “haklı olmayan bir dava için hayatını verebilecek kadar fanatik olunabileceğini açıklamakta ve şöyle demektedir: “İnsan bazen öyle bir psikolojik hale gelir ki, bakar, fakat görmez; dinler, fakat işitmez.”[8]
Diğer yandan, o tek bir görüşe, bakış açısına takılı kalan kişiye her şeyin çirkin geleceğini söyleyerek, insanı şiddete ve suça götüren psikolojik süreci çok güzel ortaya koyar: Bakış tek bir yöne sabitlenmişse, her şey, hatta cennet ve Adn nehirleri bile çirkin hale gelir.[9]
Yine bir rubaisinde şiddetin temel kaynaklarından olan “açgözlülük, kıskançlık ve kini gönülden kovmaya”[10] davet eder.
Mevlânâ, aşağıdaki dizeleri ile ise, büyük, küçük her türlü çatışmanın beyhudeliğini, yararsızlığını çok güzel ortaya koyar:
“Beri gel, daha beri, daha beri
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır-gür, bu kavga nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte
Ne diye bu direnme böyle?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek.
O insanların birbirini hoş görmesini, kavgasız ve güzellik içinde yaşamalarını isterdi. Bir gün kavga eden iki kişiden biri öbürüne diyor ki: bir söyle, bir işit! Bunu duyan Mevlânâ araya girerek şunları söyler:
“Sen ne söyleyeceksen bana söyle. Benimle didiş. Sen bin söyle, benden bir bile duymayacaksın.” Bu sözler üzerine kavga edenler utanıp barışır.
SONUÇ
Görüldüğü üzere Mevlânâ ayrışanları, ayrılıkları, aykırılıkları birleştirebilecek çok güçlü bir söyleme sahiptir. Özellikle, şiddet, çatışma, terör ve savaşın yoğun bir şekilde yaşandığı zamanımızda Mevlânâ düşüncesi ve retoriği önemini daha çok ve güçlü şekilde hissettirmektedir. Şiddetin dışlanması ve bireylerin ve toplumun vicdanında mahkûm edilmesi için Mevlânâ’nın söylemi çok etkileyici ve ikna edicidir. Her türlü bağnazlığın, fanatizmin kolayca filizlenebildiği, en büyük insan hakkı ihlali olan şiddet ve terör eylemlerine dönüşebildiği ve terörün küresel bir tehdit halini aldığı günümüzde, Mevlânâ’nın kendisiyle ve çevresiyle barışık, olgun insan tipine ne kadar çok ihtiyaç vardır.
İçinden geçtiğimiz süreç Mevlana’nın yol göstericiliğine ülkemizin ve insanlığın her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunu göstermektedir.
Türkiye’yi oluşturan tüm renkler ve görüşler olarak eğer bugün Mevlânâ’nın düşüncesini, bilgeliğini konuşuluyor, izleniliyor olunsaydı, kesinlikle insanımızı ayıran birçok konu, düşünce ve sorunun fasit dairesine takılı kalınmazdı. Çözüm, barış ve kardeşlik her görüşten ve kökenden insanımızın güçlü şekilde sahiplendiği kavramlar olurdu. Zira Mevlânâ’nın düşüncesi fanatiklik, ideolojik körlük, tarafgirlik hastalıklarına karşı toplumsal bağışıklığı güçlendirici, bunların semptomlarını ise tedavi edici özellik taşımaktadır.
Mevlânâ’nın olaylara, sorunlara insan odaklı ve bütüncül yaklaşımı, olumlu ve çözüm merkezli bakışı, benimsediği gönül ve sevgi dili, ülkemizin ve insanlığın karşı karşıya olduğu yapısal sorunların çözümüne yönelik yeni modeller ve stratejiler için değerli bir ilham kaynağı olarak önümüzde durmaktadır.
Akıldan çıkarmayalım ki, hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Geminin herhangi bir bölümü zarar gördüğünde bunun sonucu hepimizi etkileyecektir. Dolayısıyla, hem içinden çıktığımız topluma, hem de insanlığa, gerçek manada hizmetin yolu, adeta farklılıklar arasında birliğin çimentosunu oluşturacak Mevlânâ bilgeliğinin içselleştirilmesi ve izlenmesinden geçmektedir.
Sonuç olarak ülkemizde Mevlânâ ve Mesnevi’nin yeniden keşfi, kitapçı raflarından ve televizyon ekranlarından gönüllere indiği takdirde, ülkemiz son üç asırda kaybettiği dinamik evrensel ruhu yeniden kazanacaktır. Böylece, Anadolu insanı ülkesinde oluşturacağı barış, adalet ve refah iklimini dünyanın geri kalanına ve insanlığın tümüne taşıyabilecektir.
Dr. Ergin ERGÜL
[1] Abdulbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, Hayatı, Eserleri, Felsefesi, İnkılap Yay., 8.Baskı, İstanbul 1999,s.191.
[2] Gölpınarlı, Mektuplar, s.101.
[3] Can, Divan-ı Kebir,I, s. 406.
[4]Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, III/1295, Ötüken yayınevi, İstanbul 2003, s.93.
[5] Meyerovitch/Mortazavi Mathnawi, c. I/2761-2766
[6] Meyerovitch/Mortazavi Mathnawi, c. I/18
[7] Divan-ı Kebir, II/3540 (Can, s.355).
[8] Meyerovitch/ Mortazavi, a.g.e, s.19.
[9] Meyerovitch/Mortazavi Mathnawi, c. IV/2383.
[10] Meyerovitch, Rubâi’yât, Albin Michel, Paris 1993, s.28.